Larnia ~ Bölüm 1: Savaşı kaybediyoruz!

Murat Can Bastug
5 min readAug 14, 2023

Starfire yıldızların arasında süzülürken içindeki ateşin harlandığını fark etti. Uzaklardan kulağına bir ses çalındı. Kanatlarını kendine doğru çekti ve aşağı doğru süzüldü. Marian ne olduğunu anlayamamış ve biraz sarsılmıştı. Derisi ısınmaya başlayan Starfire’ın pullarına daha sıkı tutundu ve kısık sesle ne olduğunu sordu. Tam o anda Starfire vücudunun sağ tarafında bir soğukluk hissetti. Soğuk çok hızlı bir şekilde bedenini sardı. O ise sadece Marian’ın acıdan çıkardığı sesleri duyabiliyordu. Soğuk göğsünde yanan ateşe kadar ilerlemişti ve Starfire uzun süredir hissetmediği bir yumuşaklık hissetti. Bunu en son gençliğinde, henüz uzay bu kadar tehlikeli değilken kız arkadaşıyla şarap içip çıplak gökyüzünün altında uykuya dalarken hissetmişti. O uzun süredir beklediği uykuyu bulduğunu düşünürken bedeni çoktan toz taneciklerine dönüşmeye başlamış, ruhu Rela’da kendisini bekleyen buluta doğru yola koyulmuştu. Marian için her saniye çok daha acı dolu geçiyordu. Fakat birkaç saniye sonra, Starfire tamamen yok olduktan biraz sonra Marian’ın ruhu da tamamen donmuş bedenini terk etti ve acıları arkasında bıraktı. Şimdi birlikte Rela’ya doğru ilerliyorlar ve hiç konuşmadan sadece önlerine bakıyorlardı. 12 yaşında bir çocuk ne kadar ciddi görünebilirse Marian da o kadar ciddi görünüyor ve Starfire’ın elini sımsıkı tutuyordu.

Küçük oğlunun öldürüldüğünü duyan Astraeus, hiçbir şey söylemeden savaşı gözleyen Mastra’nın yanına gitti. Kapı arkasından kapandığında daha fazla ayakta duramadı ve dizlerinin üzerine çöktü. Güçlükle sırtını yanındaki duvara yasladı ve görkemli ejderhanın göğsündeki ateşe bakarak Maria ile olan anılarını düşünmeye başladı. Sonra ise tüm bu olanların nasıl başladığını ve nasıl bu noktaya gelindiğini gözünün önünden geçirdi. Tüm bu kaos, tüm bu savaş…

Bir süre sonra göz yaşlarını güçlükle sildi ve yerden biraz doğruldu. Elleri kan içindeydi. Kendini kaybetmiş ve yeri yumruklamıştı. Mastra’nın göğsündeki alev kırmızıdan maviye dönmüştü. Savaşı kaybediyorlardı. Avazı çıktığı kadar bağırdı. Öfkesinden kurtulmak istiyordu fakat ayağa bile kalkamıyordu. Yumruğunu son bir kez sıktı ve son gücüyle yere bir kez daha vurdu. Güç de olsa ayağa kalktı ve Mastra’ya son bir kez bakıp odadan çıktı. Halkının ve ordusunun yanında olmalıydı.

Luna kapıda kendisini bekliyordu. Marian’ın intikamını almak için babasının gözlerine baktı. Elinde onun kolyesi sımsıkı tutuyordu. Astraeus, kızının gözündeki alevi görebiliyordu. Fakat korkuyordu. Bir çocuğunu, bir parçasını daha Rela’ya uğurlamak istemiyordu. Bu sırada bir asker koşarak geldi ve Nova’nın Karium ile birlikte gezegenden ayrıldığı haberini krallarına verdi.

Astraeus öfkeyle Nova’nın peşinden gitmek için yeltense de savaşın kontrolünü tekrar ele alması gerektiğini biliyordu. Luna’ya odasına dönmesi için bağırdı. Luna birkaç saniye öfkeyle babasının gözlerine baktıktan sonra hızlıca arkasını döndü ve odadan ayrıldı. Astraeus, Rulka’yı çağırdı ve birliğiyle birlikte yola koyulup oğlunu kendisine getirmesini emretti. Nova’nın kendinden başka sadece kendisini yetiştiren Rulka’yı dinleyeceğini biliyordu. Acısını bir kenara atmaya çalışarak komuta odasına doğru yürüdü. Kalbi hala acı içindeydi…

Odanın tam merkezinde altıgen bir platform vardı. Bu platformun dışında zemine başka herhangi bir şey inşa edilmemişti ve zemini Auriga’nın kızıl toprakları kaplıyordu. Merkezdeki platform yerden 1 metre kadar yukarıdaydı ve her bir kenarında yere kadar inen bir merdiven vardı. Merdivenler sanki zeminde durmuyor da daha derinlere iniyor gibi bir anda bitmiyor, toprağa karışıyordu. Odanın çevresinde ise ilk bakışta mermer kolonlara benzetilebilecek 6 tane ağaç vardı. Bu ağaçlardan ikisinin gövdesi ve dalları karanlık maviydi ve üzerlerinde beyaz damarlar vardı. Diğer üçü ise ateş kırmızısı ve siyah işlemelerden oluşuyordu. Sadece 1 ağaç simsiyahtı. Tüm ağaçlar köklerini gezegenin derinliklerine salıyorlar ve yedişer metre kadar dümdüz ve pürüzsüz bir şekilde gökyüzüne yükseliyorlardı. En tepede ise dallarına ayrılarak birbirlerinin içlerine kadar uzanıyorlardı. Tüm dallar cam yapraklarla kaplıydı. 6 ağaç birlikte saydam yaprakları ve güçlü dalları ile odanın tavanını oluşturuyordu. Ağaçlar Auriga’nın 6 ejderha soyunu temsilen oradaydı.

Kırmızılardan ilki Astarus hanesinin bilge ejderhalarını temsil ediyordu. Astarus ailesinden geriye sadece 3 ejderha kalmıştı ve ailenin son neslini oluşturuyorlardı. Gezegende yaşayan bilinen en yaşlı varlıklar da bu 3 ejderhaydı.

İkinci kırmızı ağaç ise Nastra ailesini temsilen oradaydı. Nastra ailesi nüfus bakımından en kalabalık ejderha ailesiydi ve Marian ile Rela’ya doğru yola koyulan Starfire bu ailenin varisiydi.

Üçüncü ve son kırmızı ağaç ise Varmar ailesine ithaf edilmişti. Astraeus’un ruh bağı Mastra bu ailenin kraliçesiydi ve hüküm ateşi Varmar ailesinde olduğu için kendi ailesiyle birlikte diğer tüm ejderhalara da hükmediyordu.

Dördüncü ağaç maviydi ve Kasirra ailesinindi. Bu aile geçmişteki iç savaşlarda çok fazla yara almıştı ve diğer ailelerle gerekmedikçe görüşmezdi. Auriga’nın ücra ve yüksek bir köşesinde kendi dağlarının arasında yaşarlardı.

Beşinci ve diğer mavi ağaç ise Snostro ailesine aitti. Snostro’lar asil savaşçılardı ve hüküm ateşine hizmet etmeye yeminli güçlü bir orduya sahiptiler.

Son ağaç ise simsiyahtı ve gezegenin en yaşlıları olan Astarus’un bilgeleri bile bu ağacın sırrını bilmiyordu.

Astraeus çıplak ayaklarıyla Auriga’nın kızıl topraklarında ilerledi. Merkezdeki platforma geldiğinde hüküm nişanını çıkarıp platformun merkezine yerleştirdi ve ayağa kalkıp gözlerini kapadı. Şimdi sanki nişanın içinden çıkan bir ışık Astraeus’u gökyüzüne doğru itiyordu. Astraeus yükseldi ve tüm ordusunu görebileceği ve onlarla iletişim kurabileceği bir boyuta geçiş yaptı. Mastra oradaydı ve ejderhaları yönetmeye çalışıyordu.

Bu sırada Kasirra dağlarının tam ortasındaki buz denizinin üzerinde genç kral Kuns-tra halkına sesleniyordu. Babası Mansu öleli sadece birkaç gün geçmişti ve Kuns-tra kral olmuştu. Savaşı kaybetmenin onlar için ne anlama gelebileceğini iyi biliyordu ve halkını diğerlerinin yanında savaşa katılmak için ikna etmeye çalışıyordu. Ancak halk ve komutanlar diğer ailelerin yanında savaşmamaya kararlıydılar. Ayrıca Kuns-tra halkın ona olan düşmanlığının her geçen gün arttığının ve kardeşi Tsukan’ın arkasında büyük bir destek olduğunun farkındaydı.

Kusan-tra’nın ruh bağı Mensi konuşurken Tsukan’ın destekçilerinden bir komutan Mensi’nin üzerine buz püskürttü. Kusan-tra son anda araya girdi ve Mensi’yi korudu fakat kanadından yaralandı. Mensi’yle birlikte komutanın üzerine yürüdüler. Fakat herkes çok gerilmişti ve iki grup karşı karşıya geldi. Tsukan orada değildi fakat destekçileri sayıca Kuns-tra ve Mensi’ye sadık kişilerden çok daha fazlaydı. Mensi iç savaş riskini göze alamadı ve Kusan-tra’yı hüküm dağının zirvesine uçurdu.

Bir ejderha ile bir insan bağ kurmayı denediğinde dünyaya ve birbirlerinin zihinlerine ruh bağlarının gözlerinden bakabilirler. Eğer bağ kurulursa birçok kararı ortak vermek zorundadırlar. Bazı durumlarda fikir ayrılıkları olsa da bu benzer karakterli iki zihnin birleşmesi sonucunda büyük sorunlara yol açmaz. Başlangıçta iki taraftan birisi bağı reddetme özgürlüğüne sahiptir. Bu sebeple çok nadir görünse de bazı insanlar ve bazı ejderhaların ruh bağları yoktur. Tsukana da ruh bağı olmayan ejderhalardan birisiydi.

Ağabeyi Kuns-tra ve Mensi’nin hüküm dağına indiği sıralarda Tsukana mağarasına yeni giriyordu. Marian ve Starfire’ı öldürmenin mutluluğuyla üzerindeki zırhları çıkardı ve gelişmeleri dinlemek için yaverini çağırdı.

Auriga’da doğan her insanın ruhu bir ejderha ile bağlanırdı. Bu bağ o kadar güçlüydü ki onları Rela’da bile birlikte tutardı. Birlikte yaşarlar ve birlikte ölürlerdi. İnsanlar çoğu zaman ejderhaların savaşlarının arasında kendilerini kaybetmiş olsalar da gezegende uzun zamandır barış hakimdi. Ejderhalar nesillerdir Astarus hanesinin hüküm ateşiyle yönetilirken insanlar da nesillerdir Astraeus’un ailesinin hüküm nişanıyla yönetiliyordu.

--

--