Eli Açık Gözü Kör Ülkem

Murat Can Bastug
4 min readFeb 22, 2023

Maalesef güzel ülkemde 6 Şubat sabahı büyük bir felaket gerçekleşti. Kahramanmaraş merkezli iki büyük deprem büyük zararlara yol açtı. 23 yıl önce Sakarya’da olanları benim neslim ancak hayal edebiliyordu. Fakat bu kez kendi gözlerimizle depremin canımızı ne kadar yakabileceğini gördük. Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu ve buna göre yaşamamız gerektiğini bir kez daha anladık.

Canımız çok yandı. Varımızı yoğumuzu o bölgedeki insanlara ulaştırmak için seferber olduk. Kürt’ü Türk’ten, Alevi’yi Sünni’den ayırmadık. Tüm ayrıştırıcı kelimelerin anlamı bir anda kayboldu.

Sadece biz değil birçok dünya devleti yardımlarını deprem bölgesine ulaştırdı. Düne kadar kavgalı olduğumuz, adını duyunca yüzümüzün ekşidiği ülkeler yardımda başı çekti. Koca orduların kavgaları bir anlığına da olsa sevgi gösterilerine dönüştü.

Bunca yardımı kabul ederken ne yazık ki bu felaketten etkilenen herkese ulaşamadık. Koordine olamadık. Yardımları ve ihtiyaçları doğru yönlendiremedik. Depremden 12 gün sonra bile bazı yerlere çadır, tuvalet ulaştıramadık. Deprem çok can aldı. Fakat üzülerek söylüyorum ki birçok insan da soğuktan veya susuzluktan can verdi. Anladık ki bu felaket için bir hazırlığımız yokmuş.

Bu hazırlıksızlığımız bizi birçok insanın katili yaptı. Peki, hazırlıksızlığımızın sebebi neydi? Depremin olacağını bilmiyor muyduk? Depremin olacağını ve ne gibi sonuçlar doğurabileceğini o kadar iyi biliyorduk ki bu depreme dair kapsamlı bir rapor yazıp elimizin altına koymuştuk. Bilim insanlarımız bulabildikleri her platforma çıkıp bas bas bağırmıştı. Anladık ki ortada beklenmedik bir şey yoktu. Fakat ceplerimizi doldurarak bugünlerimizi kurtarmak geleceğimizi kurtarmak için bilime kulak vermekten çok daha önemliydi.

Koordinasyonumuz o kadar eksikti ki insanlar kendilerine yardım ulaşsın diye enkaz altından tweet atmaya başladılar. Halkımızın kalabalıklara hitap edecek kadar ünlü olan parçaları yapabilecekleri en iyi şeylerden biri yaptı ve sosyal medyadan yükselen yardım seslerini teyit etti, bilgi kirliliğini temizledi ve ilgili yardımları yönlendirdi. Fakat bu esnada bir karar alındı ve Twitter kapatıldı. Bir nebze umut bulan insanlar umutsuzluğu hissetti. Yalnızlığa terk edildi.

Depremin yaşandığı yerlerde güvenlik sorunları oluştu. Bazı kötü niyetli insanlar türedi ve hırsızlık yapmaya, yağmalayamaya çalıştı. Fakat bunlar olurken ekranları başında yardım toplamaya, gelen yardımları organize etmeye çalışan insanların kapılarına polisler dayandı. Enkazdan çıkalı birkaç saat olmuş insanlar yakınlarına yardım gelmediğine dair deprem bölgesindeki muhabirlerin mikrofonlarına haykırdılar. Fakat birkaç gün sonra onlar da kapılarında polis buldular. Anladık ki bir oyun kaybedilme korkusu bir canın kurtarılma umudundan çok daha önemli olabiliyor.

Belki Twitter açıkken sesini duyurabilenlerin bazılarına yardım ulaştı ama bazı deprem bölgeleri vardı ki ne internet vardı ne de telefonlar çekiyordu. Çünkü telekomünikasyon şirketleri alıcı ve vericilerini binaların tepesine yerleştirmişti ve binalar yıkılınca tüm iletişim çökmüştü. Kimse hızlı adım atmadı ve yıllarca ceplerini boşalttıkları bu halka yardım eli uzatmadı. Anlamış olduk ki bizler sadece ekonomi çarkını çeviren dişlileriz.

Depremin üzerinden 10 gün geçti. Çok üzgündük. Hayat durma noktasındaydı. Gün geçtikçe depremin bıraktığı izleri daha net görebiliyorduk. Fakat hala çözmemiz gereken sorunlarımız vardı. Bazı şehirlerimiz dümdüz olmuştu ve depremden etkilenen ailelerimize kalacak yerler bulmalıydık. Varını yoğunu yardım olarak yollayan halkımız kapısını açma sözü verdi. Ama cüzdanımı boşaltan, ormanımı yakıp yerine otel diken zenginim kapısını açmadı. Biz de saraylarımız, tesislerimiz, boş binalarımız dururken gözümüzü her fırsatta ilk zarar verdiğimiz eğitime diktik. Sekiz kişi bir odada yaşadığımız KYK’larımız depremden etkilenen ailelere tahsis edildi. Öğrencilerimiz de apar topar kovuldu. Anladık ki bilimi terk etmemiz sonucunda bu halde olan insanlarımıza yardım etmek için ilk çözümümüz bilimi ve eğitimi terk etmekti.

Bu karara çok ses yükseldi. Özellikle de eğitim hakkı elinden alınan gençler karardan dönülmesini istedi. Ne de olsa bu topraklar savaş kaybettiği gün eğitim kongresini ertelemeyi reddeden ve orduların kazanacağı zaferlerin ancak eğitim zaferine zemin hazırlayabileceğini düşünen bir lider de görmüştü. Fakat bir korku hegemonyasına doğan jenerasyonumuz ne eylem yapmayı biliyordu ne de pankart açmayı. Geleceğin aydınlık yüzleri başlarını dimdik tutmak yerine susmuş, sıkılmış bir şekilde köşelerine sinmişlerdi.

Gerçi dinleyen de çok yoktu. Birkaç cılız sesin hemen ardından daha kuvvetli sesler gezip, tozmak için okulların açık kalmasını istediğimizi söylüyor ve biraz daha insan olmamızı öğütlüyorlardı. Burada bir Türk genci olarak izninizle yazımın konseptinden çıkmak ve arkalarındaki geçici güçlere dayanarak seslerini yükseltebilen kişilere hadlerini hatırlatmak istiyorum.

“Bizler ne büyük yaralar aldığımızın farkındayız. Hatta o kadar farkındayız ki üç kuruş KYK’mızı yardım olarak yolluyoruz. O kadar farkındayız ki bu yaraların bir kez daha açılmaması için sizin aksinize bilime ve eğitime sarılmak istiyoruz. Sekiz kişilik koğuşlarda kalıyor, cebimizdeki üç kuruşla bırakın gezmeyi öğün atlayarak hayatta kalmaya ve okumaya çalışıyoruz. O kadar paramız yok ki okuldan sonra sizin dediğiniz gibi eğlenmemiz gereken saatlerde karın tokluğuna çalışmaya gidiyoruz. İnanın bir şeyler üretmemizin, çalışmamızın ve başarılı olmamızın önünde yeterince engelimiz var. Sadece daha fazlasını istemiyoruz.

Servetini haksız yere kazanmış insanlar servetlerinin yüzde ikisini paylaşıp bir gün sonra onu da vergilerinden düşünce göz yaşlarınızı tutamıyorsunuz. Ancak üç kuruş parasının hepsini yollayıp bugün de aç kalırız diyen, sabaha kadar tırlara yardım malzemesi yükleyen öğrenci eğitim almak, yarınları bugünlerden daha iyi inşa etmek istediğinde onları susturmaya çalışıyor, vatan haini ilan ediyorsunuz. Lütfen haddinizi bilin de konuşun.”

Biz böyleyiz işte konuşanı susturmayı severiz. Hatta o kadar severiz ki enkaz altındaki annesi için yardım gelmediğini haykıran depremzedeyi iter; sadece kurtulanları çekeriz. Enkazı kazıp tam yaralıya ulaşacakken madencilerimizi durdurur, başka ekipleri beklerken kameralarımızı hazırlarız. Anladık ki medyanın tek elde olması tüm toplumun kör olması anlamına geliyor.

Listem maalesef uzayıp gidiyor. Fakat yoruldum. Ses çıkarmaya korkmaktan, doğru apaçık önümüzde dururken yanlışlara koşulmasından… Bir bildikleri vardır, bu kadar da olamaz dediklerimde bir bildiklerinin olmamasından yoruldum.

Biz böyleyiz. Borcunu, vergisini ilk günden ödeyene aptal der; geciktirene af getiririz. Bilim insanlarının bas bas bağırmalarına kulaklarımızı tıkar; zamanı gelince kader der geçeriz. İzmir’de deprem olunca dinsizler der, geçer; Maraş’ta deprem olunca Suriyelileri ağırlayamadılar deriz. Müslüman diye geçinir; küçücük çocuklarla evleniriz. Tüm kameraların tek kişiye ait olduğu yerde tüm bilgileri televizyondan almaya çalışırız. Töre der adam vurur; anayasada yazanı umursamayız. 1999’da imkansızlık değil becerisizlik diye manşet atar; bugün bu kadar insan neden öldü diye soranı siyaset yapmakla suçlarız. Bir depremden sonra yeni kurallar koyar; deprem bir daha yaşanmayacak gibi ceza kesilenlere imar affı getiririz. Utanmadan, sıkılmadan adına da “imar barışı” deriz. Bir gece de 100 milyar TL’nin üzerinde para toplar, 23 sene deprem vergisi alır; bir sorunla karşılaşınca ilk çözümü öğrencileri apar topar yurtlarından çıkarmakta buluruz. İşte böyle zordur canım ülkem. Eli açık gözü kördür.

--

--